Huzurun, barışın ve umudun şehri miydi Adıyaman, yoksa yalakanın, menfaatcilerin, vasıfsızların şehri mi Adıyaman?
Edip Akbayramın Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler şarkısını dilime doladım durdum sıkıntılara düştüğüm vakit. Tabi ki duanın gücüne her daim sığınıp her şerde bir hayır vardırı da aklıma kalbime tekrar ettirdim. Ama insanoğluyuz ve tıkanıyoruz bazı zamanlar. Her ne kadar kabuğuma çekilmek istesem, etliye sütlüye dokunmadan işlerime ve hayallerime odaklanmak istesem de birileri ters köşe yapıp duruyor. Hani ona da birşey dediğim yok ama buna sessiz kalanlara karşı öfke patlaması yaşıyorum bu defa.
Yıllarca huzur ve barış şehri diyenlerce sahipsiz Adıyaman olarak dillendirilen, ama yalaka, menfaatçi ve vasıfsızlarca gelişen Adıyaman olarak lanse edilmeye çalışılan şehrim.
Mevzu adıyaman olsa bile ortak bir noktada buluşamayan halkım.
Siyasetin, ideolojinin doğru ve yanlışı dahi söylemeye izin vermediği, yanlışlara hatalara dahi doğru diyen yalakaların olduğu, sahip çıkmayanlara sırf kişisel çıkarları için fikir beyan etmeyen menfaatçilerin olduğu, doğru veya yanlış önemli değil, iyi ve ya kötü sorun değil, gelişmiş ve ya geri kalmış umurumda değil; makamıma, koltuğuma dokunulmasın yeter diyen vasıfsızların olduğu bu kadim şehirde iyilik yapmak hatta insan gibi yaşamak ne kadar da zor olmuş aslında. Gençlerinin geleceğini sözde düşünen siyasi ve bürokrasinin önde gelenleri bu şehirde yaşayanlar hakkında ne düşünüyor? Ne yaparsak yapalım alkışlayacaklar ve arkamızdan gelecekler mi diyorlar?
Birkaç gün evvel bir fotoğraf düştü sosyal medyaya gecenin yarısında Ziya Paşa’nın bir sözü ile. Birçok kişinin alkışladığı, ki alkışlanacak bir eser ama kimse neden "on yıl önce bu duyguyu yaşamak ve yaşatmak için çaba göstermediniz?" demedi? Geri kalmışlığı dahi hazmetmiş bir şehir olmak ne acı!
Belki de bunun için sessiz kaldılar Hayathanem kütüphanesinin bu denli baskı altında kalmasına. Gençlerin okuyup doğru ve yanlışı büyükleri gibi sessiz karşılamayacaklarını bildikleri için, kütüphanenin sürekli şikayet altında kalması ve baskınlarla yıpratılmak istenmesine. Beş iş günü diyerek tutanak tutulduğu halde üçüncü iş günü aynı kurumca baskın yemesi, hele ki Vali beyin "sakin olun!" demesinden kırk dakika sonra baskına uğraması insanın kabuğuna çekilip sessizce izlemesine mani oluyor haliyle. Aslın da şehrin vasıfsızlarının kütüphane, kitap ve okumaya karşı alerjilerini biliyordum ama son iki-üç haftadır buna tam emin oldum. Bir kütüphaneye gelen görevlilerce bile trollendiğimize kanaat getirmelerine rağmen herkesin buna sessiz kalması, şehrimin karakterine yaraşır bir durum. Ama ne yapalım ki? Bizler hep umudu yeşertmek için çırpınsakta olmuyor! Bir suç mahali gibi baskı altında tutulan bir kütüphane, şehrin vasıfsızlarınca koruma altına alınmak yerine sessiz kalınıyorsa; bu şehir barışın, huzurun, umudun değil; yalakaların, menfaatçilerin ve vasıfsızların şehri olmaktan öteye gitmez.
Velhasıl Allah rızası için şehrin tek gönüllü kütüphanesini kurmak, insanlara ve özellikle gençler için sessiz bir ortam oluşturmak ne zormuş meğer! Devlet parası veya birilerinden nemalanmadan kurulmuşsa vay ki vay. Söylemek istediğim çok şey var lakin söylemekten haya ettiğim için ancak bu kadar yazabildim. Tüm kesimlerin, tüm şehirin şuan tek aktif kütüphanesinin baskı altında kalmasına sessiz kalışı aslında Adıyaman'ın kitaplara, okumaya, öğrenmeye değil, kendi gelecek nesillerinin hayatlarına istikballerine bıçak saplamasıdır!
Ne zaman adam oluruz?
Diktatörleri kitaplarda veya ülkelerde aramayı bırakıp yaşadığımız şehirde bulduğumuz vakit!
|